Türkiye ANTALYA 13. Yüzyıl
1230/31
Hisariçi’nde, bedesten ile Mecdüddin Sarnıcı diye bilinen sarnıcın güneyindeki eğimli bir arazi üzerindedir; kuzey-batı yönünde yapıdan ayrı tuğla bir minaresi bulunmaktadır.
Yapı, batı kanadındaki kubbeli kübik mescit bölümü ile mescide doğu kanadından eklemlenmiş türbe ve vestibül mahallini içeren farklı işlevlere sahip iki kütleden ibârettir.
Kuzey-güney yönünde uzanan dikdörtgen planlı mescide, kuzey cephesinin batı ucundaki söveleri ve kemeri taştan basık kemerli bir kapı açıklığıyla dahil olunmaktadır; sözkonusu cephenin doğu kanadında sivri kemerli iki pencere yer alır. Dikdörtgen planlı ibâdet mekânını örten kubbenin yükü, köşelere yerleştirilmiş tromplarla lokalize edilmiştir. İbâdet mekânının batı duvarında sivri kemerli üç niş bulunur; güney duvarındaki sivri kemerli iki pencere, içleri sonradan doldurularak iptal edilmiş ve birer nişe dönüştürülmüştür. Duvarın ortasında ve vaktiyle mihrabın bulunduğu yüzeyde, hâlihazırda sadece dış cephe üzerinde izlenebilen tuğladan sivri kemerli ve içi sonradan doldurulmuş bir açıklık bulunmaktadır. Doğu İbâdet mekânının temizlik çalışmaları sırasında bazı çini fragmanlarının bulunduğu bilinmekteyse de, hâlihazırda mekânda çini kullanımı olduğunu doğrulayan ve in-situ olarak kalabilmiş hiçbir çini örneği yoktur. Buna karşılık, mekânın doğu duvarının takriben ortasında ve kuzey-doğu köşedeki trompun içinde bazı figürlü ve bitkisel motiflerden oluşan kalemişi bezemeler kalabilmiştir.
İbâdet mekânına doğu kanadından eklemlenmiş türbe, kare planlı ve üst köşelerine yerleştirilmiş tromplarla geçilen kubbeli bir bölümdür; güney duvarında tuğladan sivri kemerli iki pencere bulunur. Pencerelerin sınırlandırdığı duvar üzerinde ve tuğla kemerle çevrili yüzeyde, sıva üzerine kalemişiyle yapılmış bir kubbe ve minare tasviri dikkati çeker. Mekânı örten kubbenin göbeğinde bir çarkıfelek motifi, kubbe eteğinde ise Âyete’l-Kürsî yazısı yer alır. Türbe, doğu cephesine sivri bir kemer gözüyle açılmaktadır.
Türbenin kuzey kanadında sivri kemerle açılan ve doğu-batı yönünde uzanan dikdörtgen planlı ve sivri beşik tonozla örtülü vestibül yer alır. Vaktiyle doğu cephesinin kuzey ucundaki sivri kemerli bir kapı vasıtasıyla dahil olunduğu anlaşılan bu bölüme, kapı açıklığı sonradan kapatıldığı için, hâlihazırda mescidin ibâdet mekânından ve doğu duvarının kuzey ucundaki sivri kemerli bir açıklıkla geçilebilmektedir. Vestibülün kuzey duvarının alt kotunda sivri kemerli beş niş bulunur. Nişlerin üzerindeki duvar yüzeyinde, kalemişiyle yapılmış ve kırmızı renk kullanılmış iki madalyon içinde “Allah” lafzı ile Haşr ve Âl-i İmrân sûrelerinden alınmış âyetler yazılmıştır. Sıva üzerindeki kalemişleri arasında, hattat ve nakkaş adı olarak da yorumlanabilecek “Rabbinin yüce rahmetine muhtaç zayıf (ve) günahkâr kul Abdullah…” yazısı ile bazı gemi tasvirleri de dikkati çeker.
Yapının kuzey-batı köşesinde ve hâlihazırda müstâkîl bir kütle halinde yükselen minare, üst köşeleri pahlanmış kare prizmal bir kaide üzerinde yükselen tuğla örgülü silindirik bir kütledir; üst bölümü yıkılmıştır. Tuğla örgüler arasında, turkuaz renkli ve kare formlu çini mozaikler dikkati çeker.
Mescidin kuzey cephesinin batı kanadındaki basık kemerli kapı açıklığının üzerine ve düşey dikdörtgen bir niş içerisine yerleştirilmiş kitâbesi, iki ayrı bloktan oluşmaktadır. Üstteki sülüs yazılı iki satırlık beyaz mermer bloğun, esasen çok daha uzun bir kitâbe metninin parçası olarak, muhtemelen mescidin Osmanlı çağındaki tâmir ve tâdili sırasında yakın çevredeki bir başka Selçuklu binasından getirilip şimdiki yerinde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Tevbe sûresi 18. âyeti ihtiva eden sülüs yazılı iki satırlık diğer kitâbe, yapının mescit olarak inşa edildiğine karine oluşturur. Bu bağlamda, alt sıradaki sülüs yazılı üç satırlık kitâbeden, mescidin, Selçuklu Sultanı I. Alâeddîn Keykubad zamanında ve Akşebe tarafından 1230/31 yılına inşa ettirilmiş olduğu anlaşılmaktadır. İlk satırında, Sultanın sadece lâkabının zikredilmiş olması, kitâbenin, geçmişte sadece şimdiki bloktan ibâret olmayıp, Sultanın unvan ve adını içeren devamı niteliğindeki bir başka parçanın daha bulunmasını gerektirdiği gibi, bu husus, ikinci satırın sonunda Akşebe olarak biten bânî adının, aile şeceresine atıfta bulunulması beklenen devamının da bu parça üzerinde yer aldığını ortaya koyar. Kesin olarak kanıtlanamasa da, sözkonusu kitâbenin, Sultan I. Alâeddîn Keykubad zamanında inşa edilmiş ve hâlihazırda Süleymaniye Camii olarak bilinen Alâiyye Ulu Camii’ne ait olduğu, 16. yüzyılda tahrip olmuş bu yapının yerine Kanunî Sultan Süleyman zamanında inşa olunan şimdiki caminin yapımı sırasında eskî camiye âit kitâbenin de, Selçuklu yadigârı olarak, sonradan Akşebe Mescidi adı verilen şimdiki yapıda kullanıldığı iddia edilebilir. Bu husus, Osmanlı çağında ve 16. yüzyılın başında tutulduğu bilinen tahrir ve evkâf defterlerinde Akşebe Mescidi veyâ zâviyesi olarak kaydedilmiş bir yapının neden bulunmadığını da açıklayabilir.
Mescidin doğu kanadında yer alan türbe ve vestibülün, yapıya sonradan ve muhakkak ki Osmanlı çağında ilâve edildiğini ve bu inşaat aşamasında eski yapının da ağır bir fizikî müdahaleden geçirildiğini ortaya koymaktadır. Hâlihazırda, mescidin kuzey cephesindeki duvar kalıntılarının durumu, bu müdahale sırasında, sözkonusu cepheye iki bölmeli bir son cemaat mahallinin de ilâve edilmiş olduğunu açıklamaktadır.