Türkiye DİYARBAKIR
Diyarbakır’ın eski şehir merkezindeki Ulu Cami, ortak bir avlu etrafında yer alan iki cami, iki medrese ve iki maksûre ile şadırvan, havuz ve helâlardan oluşan bir manzûmeden ibarettir. Avlu ile avlunun güney kenarındaki Ulu Cami ve caminin doğu ve batı kanadındaki maksûrelerin, şimdiki manzûmenin en erken tarihli yapıları olduğu anlaşılmaktadır.
Kuzey, doğu ve batı kenarlarından revaklarla çevrili durumdaki cami avlusu, doğu-batı yönünde uzanan ve düzgün olmayan dikdörtgen planlı bir açık alandır; hâlihazırda üç girişi bulunmaktadır. Avlunun kuzey kenarı üzerindeki giriş, bu yöndeki Mesudiye Medresesi ile helâlar ve Şafiîler Camii’nin arasındaki koridor ve geçitten oluşan bir düzenlemeye sahiptir. Avlunun güney-batı köşesindeki kapı, Zinciriye Medresesi’nin de bulunduğu dar sokağa açılmaktadır. Gazi Caddesi’ne bakan doğu cephesindeki sivri kemerli geçit, hayvan mücadele sahnesini ihtiva eden tasvirleriyle, Selçuklu çağının en dikkat çekici figürlü kabartmalarına sahiptir. Üstten profilli bir saçak silmesiyle sınırlandırılmış kemerin alınlığında, kemer açıklığı boyunca uzanan çiçekli kûfî hatla yazılmış uzun bir kitâbe bloğu ve ortasında da bir taş çörten yer alır. Kitâbe bloğunun altında ve kemer köşeliklerinde, arslan-boğa mücadelesini konu alan birer figürlü kabartma bulunmaktadır; kabartmaların yanlarında, üstteki kitâbe bloğuna âit çiçekli kûfî hatlı birer kitâbe yer alır. Yekpâre birer bazalt taş üzerine yüksek kabartma olarak eğri kesim tekniğinde işlenmiş mücadele sahnesinde, yenen hayvan olarak tasvir edilen arslanların başları cepheden, gövde ve ayakları ise profilden işlenmiştir. Adetâ bir mask izlenimi veren başta sivri kulaklar, iri gözler, yassı büyük burun ve sarkık yanaklar görülür. Gövdede derin çizgilerin meydana getirdiği yuvarlak hatlar, adaleleri hayli belirginleştirmiştir. Ön ayaklardan yalnızca biri görülebilmektedir; diğer ayak ise daha geri planda ve baş hizasında kaldığından görülememektedir. Kuvvetli pençeler, boğayı sırtından kavramıştır; kuyruk ise, yukarı doğru helezoni bir kıvrım yapmaktadır. Altta, yenilen hayvan olarak tasvir edilen boğalar, tamamen profilden işlenmiştir. Üstteki arslanın ezici ağırlığı altında, bir yandan çöken ve bir yandan da kaçmaya çalışan boğaların trajik çaresizliği, saldırı sahnesini tamamlamaktadır
Zemini bazalt taşlarla kaplı avlunun güney kanadındaki cami, doğu-batı yönünde uzanan dikdörtgen planlı bir oturum alanı üzerine inşa edilmiştir. Camiye dahil olunan ana cephe konumundaki kuzey cephenin orta bölümü, cephenin doğu ve batı kanatlarından daha yüksektir. Üç katlı olarak düzenlenmiş cephenin alt bölümünde, ortada bir mihrap nişi ile iki yanında birer pencere bulunur. Köşelerden sütuncelerle sınırlandırılmış mihrap nişi, beş kenarlı ve beş dilimli bir kemerle kuşatılmış mukarnaslı kavsaraya sahiptir; üstüne cas harcı ile yapılmış geometrik kompozisyonlar işlenmiştir. Cephenin üst bölümündeki pencerelerin arasına ahşap bir mükebbire yerleştirilmiştir. Üstteki nisbeten küçük üç pencere, sivri kemer açıklıklı ve alçı şebekelidir. Cephenin kırma çatılı üst bölümünün üçgen alınlığı üzerinde üç pencere yer alır.
Cephenin yan kanatlarının alt kesimlerinde ikişer kapı ve bunların arasında da cephe boyunca sıralanan beşer pencere yer alır. Doğu kanadında, üst katın orta penceresinin yanlarına simetrik olarak yarım daire planlı birer niş yerleştirilmiştir; yanlardan üzerleri yivli ve çokgen gövdeli sütuncelerle sınırlandırılmış nişlerin, istiridye kabuğu formlu kavsaraları dikkat çekicidir. Nişlerin alt sırasındaki pencerenin lentosu üzerinde svastika ve palmiye tasvirleri yer alır. Yan kanatlardaki pencerelerin üzerinde, çiçekli kûfî hatla yazılmış bir kitâbe kuşağı uzanır.
Düzgün kesme bazalt taşlarla kaplanmış cephe, iki sıra mukarnaslı bir saçak kornişiyle nihayetlenmektedir.
Caminin kıble cephesinin batı kanadında ve mihrap çıkmasına yakın olarak cepheden dışa taşan minaresi, kareye yakın dikdörtgen planlı prizmal bir kütledir.
Caminin ibâdet mekânı, mihrap aksında ve kuzey-güney yönünde uzanan bir orta sahın vasıtasıyla, mekânın doğu ve batı kanatlarında, sivri kemerlerle birbirine bağlanan dikdörtgen planlı dörderli gruplar oluşturan sekizer taş ayakla üçer sahna taksim edilmiştir. 18. yüzyıldaki tâmir ve tâdiller sırasında yenilendiği bilinen sahınların üzeri, hâlihazırda ahşap kirişlemeli bir çatıyla örtülüdür; çatı kirişlerinde, 18. yüzyıldan kaldığı düşünülen geometrik ve bitkisel bezemeler ile yazı unsurlarından oluşan boyalı nakışlar dikkati çeker. İbâdet mekânının kuzey cephesinin doğu ve batı köşelerindeki Hicrî 1275 tarihi, bu bölümdeki tavan kaplamalarının 19. yüzyılın ortalarında ve 1858 tarihinde elden geçirilmiş olduğunu açıklamaktadır.
İbâdet mekânının kıble duvarının ortasındaki taş mihrap, 18. yüzyıla âit ve geç Osmanlı çağının bir eklentisidir.
Avlunun doğu kanadında yer alan ve kuzey-güney yönünde uzanan dikdörtgen planlı “Doğu Maksûresi”, fevkânî bir yapıdır; kiremit kaplı kırma bir çatıyla örtülüdür. Zemin katının orta bölümü, cami avlusuna dahil olunan bir geçit halinde tasarlanmıştır. Kuzey-güney yönünde uzanan bir duvarla dış cephe ve avluya bakan iki ayrı bölüme taksim edilmiş zemin katın, Gazi Caddesi’ne bakan cephesi dikdörtgen planlı iki müstâkîl mekândan ibâret olup, avluya bakan cephesi de korint ve kompozit başlıklara sahip mermer sütunlarla bölüntülü bir revak halinde tasarlanmıştır; revakın orta gözü basık kemerli olup, yanlardaki dörder göz sivri kemerlidir. Kemer gözleri, içlerine sonradan duvar örülmek suretiyle kapatılmıştır. Maksûrenin üst katı da, kuzey-güney yönünde uzanan dikdörtgen planlı bir mekândır; orta aksı üzerine yerleştirilmiş ve kuzey-güney yönünde uzanan dört ayakla iki sahna taksim edilmiştir. Kıble duvarının ortasında mihrap yer alır. Üst katın avluya bakan batı cephesi, zemin katın arkad dizisi üzerine düşey eksende yerleştirilmiş sütun ve kontroforlarıyla, antik çağ mimarlığına özenen ilgi çekici bir tasarıma sahiptir. Cephe üzerinde, yatay frizler halinde kûfî yazılı kitâbe ve bezeme kuşakları yer alır; orta bölümdeki açıklığın ön yüzlerindeki arslan ve boğa başlarından oluşan kabartmalar özellikle dikkat çekicidir.
Avlunun batı kanadında yer alan ve kuzey-güney yönünde uzanan dikdörtgen planlı “Batı Maksûresi” de, fevkânî bir yapıdır. Zemin katının güney ucunda, cami avlusuna batı yönünden dahil olunan kapılardan biri yerleştirilmiştir. Yapının kuzey-güney yönünde uzanan dikdörtgen planlı zemin katı, yanlarda ve ortada sepet kulplu ve diğerleri de sivri kemerli olmak üzere dokuz kemer gözü halinde avluya açılan bir revak olarak tasarlanmıştır. Revakın kuzey kanadındaki bir kapıyla, avlunun kuzey-batı köşesinde yer alan ve Osmanlı çağında inşa edilmiş Şafiler Camii’ne, güney kanadındaki bir kapıyla da Hanefiler’e tahsis edilmiş Ulu Cami’ye dahil olunmaktadır. Basık kemerli sözkonusu kapının lentosu üzerinde, kabartma olarak, bir kâseden çıkan asma dalları ve üzüm salkımları ile yanlarında birer tavuskuşu figürünün tasvir edilmiş olduğu dikkati çeker. Kompozisyonun içinde başka bazı tasvirlerin de bulunduğu anlaşılmaktadır; bunlardan, yanlardan birer arslan kabartmasıyla çevrili kompozisyonun şimdiki camiyi tasvir etmesi muhtemeldir.
Maksûre’nin kuzey-güney yönünde uzanan dikdörtgen planlı üst katı hâlihazırda betonarme bir çatıyla örtülü durumdadır. Sözkonusu katı avluya bakan doğu cephesi de, zemin katın arkad dizisi üzerine düşey eksende yerleştirilmiş sütun ve kontroforlarıyla, antik çağ mimarlığına özenen ilgi çekici bir tasarıma sahiptir. Cephe üzerinde, yatay frizler halinde kûfî yazılı kitâbe ve bezeme kuşakları yer alır; güney kanadındaki sütunlardan biri üzerindeki iki arslan kabartması ile konsolların ön yüzlerine kabartma olarak işlenmiş iki boğa tasviri özellikle dikkat çekicidir.
Avlunun ortasındaki şadırvan, namazgâh ve açık havuzun, geç Osmanlı çağında inşa edilmiş donatılar olduğu bilinmektedir.
Caminin erken İslâm çağına inen bir geçmişi bulunduğu bilinmekle birlikte, bu dönemlere âit bir inşa kitâbesi yoktur. Hâlihazırda, caminin avluya bakan kuzey cephesinin batı kanadında yer alan ve kûfî hatla yazılmış tek satırlık Arapça kitâbe, Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh zamanından kalma ve 1091/92 tarihli en erken örnektir. Sözkonusu kitâbeden, caminin, Sultan Melikşâh’ın emriyle, veziri Ebû Mansur Muhammed’in valiliği sırasında, Ebû Nasr Muhammed bin Abdülvâhid eliyle ve Kudüslü Ahmed bin Muhammed’in vekâletiyle inşa edildiği anlaşılmaktadır. Camideki bir diğer kitâbe, şehrin İnâloğulları tarafından idâre edildiği döneme âittir. Batı Maksûresi’nin avluya bakan cephesinde ve alt katın revak kemerlerinin üzerine yerleştirilmiş kûfî hatla yazılmış tek satırlık Arapça kitâbeden, “doğu maksûresi” ile “açık maksûre”nin 1117/18 yılında, Büyük Selçuklu Sultanı Ebû Şucâ Muhammed’in zamanında ve Ebû Mansur İlaldı bin İbrahim’in emriyle inşa ettirilmiş olduğu anlaşılmaktadır. İnâloğulları zamanına âit bir diğer kitâbe, Batı Maksûresi’nin üst katında ve avluya bakan cephedeki pencerelerin üzerindedir. Kûfî hatla yazılmış tek satırlık Arapça kitâbeden, maksûrenin muhtemelen üst katının 1124/25 yılında, Irak Selçuklu Sultanı Ebû Kasım Mahmud’un zamanında ve Emîr Ebû Mansur İlaldı bin İbrahim’in emriyle Ebû’l-Fettâh Abdülvâhid bin Muhammed tarafından inşa ettirildiği anlaşılmaktadır. İnâloğulları zamanından kalma bir diğer kitâbe, caminin avluya bakan kuzey cephesinin doğu kanadındaki pencerelerin üzerindedir; kûfî hatla yazılmış tek satırlık Arapça kitâbeden, caminin doğu kanadı ile kuzey kemerinin inşaını ve masrafını, 1155/56 yılında ve Alp Kutluğ Bek Ebû’l-Muzâffer Mahmud bin İlaldı zamanında, Hasan bin Ahmed bin Nisan’ın üstlendiği ve vekili Aydoğdu bin Urve tarafından bina emini (el-bennâ) Gürgânlı Hibetullâh eliyle inşa ettirildiği anlaşılmaktadır. İnâloğulları dönemine âit bir başka kitâbe de, Doğu Maksûresi’nin avluya bakan cephesinde ve alt kat revak kemerlerinin üzerindedir. 1163/64 tarihli bu kûfî yazılı kitâbeden, doğu sofası (el-sofatû’l şârkiyye) ile maksûrenin (el-maksûretû’l-âliye), Alp Kutluğ Bek Ebû’l Muzâffer Mahmud bin İlaldı zamanında Emîr Ebû’l-Kasım Ali bin Nisan’ın kendi isteğiyle bina emini (el-bennâ) Gürgânlı Hibetullâh eliyle inşa ettirilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Maksûre’nin doğu cephesindeki kemerin üstünde yer alan ve tarih içermeyen kitâbede de Emîr Ebû’l-Kasım Ali bin el-Hasan bin Nisan’ın adı geçmektedir.
Minarenin 1839/40 yılında yapılan tâmirinde çeşitli yerlerine konulmuş olan bir grup kitâbe parçası dikkati çekmektedir. Karışık bir şekilde ve gelişigüzel yerleştirilmiş bu kitâbe parçalarının, camiden getirilip devşirme malzeme olarak kullanıldığı bilinmektedir. Sözkonusu parçalardan, iki maksûre (el-maksûreteyn) ile önündeki revakın, Emîr Ebû Sâid İlaldı ibn İbrahim Hüsam’ın emriyle vezir Ebû Ali el-Hasan ibn Ahmed ibn Nisan tarafından 1141 yılı Ramazan ayında (Nisan/Mayıs) inşa ettirildiği anlaşılmaktadır. Camiye, şehrin Artuklu idâresi altında ve 12. yüzyılın sonlarında iki medrese ilâve edildiği bilinmektedir.
Avlunun kuzey-doğu kanadındaki Mesudiye Medresesi’nin avluya bakan revak cephesindeki 1223/24 tarihli bir kitâbenin, Artuklu Sultanı Alp İnanç Beygu Kutluğ Bek Ebû’l-Fettah Mevdûd ibn Mahmud ibn Muhammed ibn Kara Arslan ibn Davud ibn Sökmen ibn Artuk’un emriyle Şemseddîn (...) Mesûd tarafından, bina emini (el-bennâ) olarak Mesûd’un denetiminde ve mimar (tersimû’l-üstâd) Halepli Câfer bin Mahmud’a inşa ettirilen revaka âit olduğu iddia edilebilir.
Caminin doğu kanadında ve avluya bakan cephesindeki fermân, Anadolu Selçuklu Sultanı II. Gıyâseddîn Keyhüsrev’e âittir; tarih hanesinin birler kısmında yazılı olan rakam silindiği için tarihin kesin olarak tesbiti zordur. Buna karşılık, kitâbenin son satırında hicrî 637 yılının yazılı olduğu öne sürülebilir. Milâdî 1239/40 yılına tesadüf eden fermânda, Sultanın “mübârek bir sadakası olarak”, “Su Kapı” (Mardin Kapı), “Rum Kapı” (Urfa Kapı) ve “Yeni Kapı” haracını kaldırdığı ilân edilmektedir. Aynı mevkiideki 1331 yılı Nisan/Mayıs ayına âit bir başka fermânda, şehir halkından çeşitli adlar altında alınan vergilerin Artuklu Sultanı Melîk Sâlih tarafından kaldırıldığı ilân edilmektedir.
Caminin doğu dış cephesindeki üçgen alınlık duvarı üzerinde yer alan 1334/35 tarihli bir kitâbe, yapının bu duvarının, Artuklu Sultanı Melîk Sâlih’in zamanında ve Hacı Mücâhiddîn bin Selâhaddîn bin Seyfeddîn tarafından inşa ettirilmiş olduğunu açıklamaktadır. Kezâ, caminin güney dış cephesi duvarındaki pencerelerin üstünde yer alan 1469/70 tarihli bir kitâbede, Akkoyunlu Hükümdârı (Uzun) Hasan Bahadır bin ibn Ali ibn Osman’ın emriyle ve Şeyh Ali bin el-Şeyh İbrahim marifetiyle inşa ettirilen bir yapıdan bahsedilmesine karşılık, kitâbenin camiye âit olmadığı ortaya konulmuştur.
Şehrin Osmanlı idâresi altında da caminin tâmir ve tâdil edildiği ve bazı ilâveler de yapıldığı bilinmektedir. Avlunun kuzey-batı köşesindeki Şafiiler Camii’nin avluya bakan cephesindeki kapı ve pencereleri üzerindeki 1528/29 tarihli kitâbeden, mescidin, Kanunî Sultan Süleyman zamanında ve Diyâr Bekir bölgesinden Atak Kalesi Emîri Ahmed ibnû’l-Emîr Muhammed el-Rızîkîn el-Hüseynî tarafından tâmir edilip yenilenmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Caminin avlusunda, Osmanlı çağına ve 16. yüzyıla âit olduğu düşünülen beş satırlık bir vakfiyede, şehir eşrâfından Seyyid İbrahim bin el-Seyyid Şemseddîn el-Amidî’nin Uzun Çarşı’daki bütün dükkânlarını ve on iki bin gümüş parayı vakfederek, dükkânların satışından elde edilen parayla camide içenlere sebille su dağıtılacağı, buz ve kar ile soğutulmuş suyun Haziran ayının ilk gününden itibaren 90 gün süreyle mevcut olacağı, vakfın mütevellisinin cami imamı olduğu, buz ve kar ücreti ile mütevelli ve sakanın ücretlerinin vakfiyede yazılı olduğu belirtilmiştir.
Caminin Hanefîlere tahsis edilmiş bölümünün doğu kanadında ve Osmanlı Sultanı IV.Mehmed zamanına âit 1682/83 tarihli fermânda, Diyâr Bekir’den ve eyâletinden alınan bazı vergilerin kaldırıldığı yazılıdır.
Caminin ibâdet mekânında ve mihrabın üstüne yerleştirilmiş 1712/13 yılına âit tâ’lîk hatlı dört beyitlik manzum kitâbede ise, Âsaf Gâzi Ali Paşa tarafından, “yanmış yakılmış mâbed”in mihrap ve minberinin yeniden yaptırıldığı yazılıdır.
Caminin yenilenen mahfelinin kitâbesinin, mahfel tavanı altında ve tâ’lîk yazıyla şâir Âgâh tarafından yazıldığı bilinmektedir.
Osmanlı çağının sonlarına doğru ve 19. yüzyıla âit kitâbeler, caminin çeşitli yerlerine dağılmış durumdadır. Sözkonusu kitâbelerden, caminin 1824/25 yılında kapsamlı ve “özel” bir tâmir geçirdiği, çarşıya açılan doğu kapısının kuzey kanadındaki odanın 1837/38 yılında Sadullâh Paşa tarafından “sâat ihsân eyleyerek” muvakkithâneye dönüştürüldüğü, 1839/40 yılında yıldırım isabet eden minaresinin tâmir edildiği ve 1852/53 yılında da namazgâh ve havuzun yapıldığı anlaşılmaktadır.